25 Haziran 2015 Perşembe

Ölürken Susanlar Doğarken Ağlar - Mahzuni Şerif



Dünyaya doymadı Sultan Süleyman
Dünya ne sen ne de ben ne ona kalır,
Bugünler dönmez ki gitsek geriye
Zannetme oğlundan ye gel babana kalır.

Ölürken susanlar, doğarken ağlar
Ağlaya gülerek geçti bu çağlar,
Şu benim dediğin dağlar ovalar
Ne sürüye ne de çobana kalır.

Mahzuni dünyada nice din olur
Akılsız kamilde biraz kin olur,
Fitnelik dediğin güvercin olur
Ramazanda uçar Şabana kalır.

17 Mayıs 2015 Pazar

Çeşm-i Siyahım - Mahzuni Şerif


İşte gidiyorum çeşm-i siyahım
Önümüze dağlar sıralansa da
Sermayem derdimdir servetim ahım
Karardıkça bahtım karalansa da


Hayli dolaşayım yüce dağlarda
Dost beni bıraktı ah ile zarda
Ötmek istiyorum viran bağlarda
Ayağıma cennet kiralansa da


Bağladım canımı zülfün teline
Sen beni bıraktın elin diline
Güldün Mahzuni'nin berbat haline
Mervanın elinde parelense de 


5 Mayıs 2015 Salı

Leonardo da Vinci (1452-1519)

Çok yönlü ve evrensel sanatçı tipinin en belirgin ve seçkin örneğidir.
Leonardo bir bilgin ve mühendistir. Hydrolik, aerodinamik, botanik, zooloji, anatomi, fizik ve matematik, astronomi dallarında araştırmalar yapmış, eserler yazmıştır. Leonardo, bu yönleriyle bilimler tarihinin konusudur. Mimar, heykeltraş ve ressam olarak da güzel sanatlar alanında ün yapmış kişidir.
Leonardo, genç bir noter olan Ser Piero da Vinci'nin ve muhtemelen bir çiftçi kızı olan Caterina'nın evlilik dışı çocuğu olarak İtalya'da, Floransa kentine bağlı Vinci kasabası yakınlarındaki Anchiano'da dünyaya geldi. 
Leonardo Avrupa'daki modern isimlendirme kurallarının oluşmasından önce dünyaya gelmişti; bu yüzden tam ismi, "Vincili Piero'nun oğlu Leonardo" manasına gelen "Leonardo di Ser Piero da Vinci"dir. Leonardo eserlerini ya "Leonardo" ya da "Io, Leonardo (Ben, Leonardo)" olarak imzalamıştır. 
Her ne kadar somut kanıtlar bulunmasa da, Leonardo’nun annesi Caterina'nın Piero'ya ait olan ortadoğulu bir köle olduğu tahmin ediliyor. Leonardo’nun doğduğu yıl, babası Albiera adındaki ilk eşi ile evlendi, Caterina ile ise hiç bir zaman evlenmedi. 
Leonardo’ya bebekliğinde annesi baktı, ancak bir kaç yıl sonra annesi başka biriyle evlendirilerek komşu kasabaya yerleşince Leonardo, babasının da nadiren uğradığı büyükbabasının evinde yaşamaya başladı, arada sırada Floransa’ya babasının evine giderdi. Babasının ilk eşinden çocuğu olmadığı için aileye kabul edilebilmişti ama hiç bir zaman meşru bir çocuk olarak görülmedi ve amcası Francesco dışında ailesindeki kimseden sevgi görmedi. 
14 yaşına kadar Vinci’de yaşayan Leonardo, büyükanne ve büyükbabasının ardı ardına ölmesi üzerine 1466’da babası ile birlikte Floransa’ya gitti. Evlilik dışı çocukların üniversiteye gitmesi yasak olduğundan üniversite öğrenimi görme şansı yoktu. Küçük yaştan itibaren çok güzel çizimler yapan Leonardo’nun resimlerini babası, dönemin ünlü ressam ve heykeltraşı Andrea del Verrocchio'ya gösterince, Verrochio kendisini çırak olarak yanına aldı. Leonardo onun yanında Lorenzo di Credi ve Pietro Perugino gibi ünlü sanatçılarla çalışma fırsatı buldu. Atölyede sadece resim yapmayı değil, lir çalmayı da öğrendi. Büyük ihtimalle eşcinsellikle de bu atölyede tanıştı. 1476’da oğlancılıkla suçlandığında yargılandı ve suçsuz bulundu. İdam korkusu ve utançla tanıştı. 
Floransa’yı 1482’de terkederek Milano Dükü Sforza’nın hizmetine girdi. Dükün hizmetine girebilmek için köprüler, silahlar, gemiler, bronz, mermer ve kilden heykeller yapabileceğini anlattığı ancak göndermediği mektup bütün zamanların en olağanüstü iş başvurusu sayılır. 
Leonardo, 1499’da şehir Fransızlar tarafından alınıncaya kadar 17 yıl boyunca Milano Dükü için çalıştı. Dük için sadece resim ve heykeller yapmak, festivaller organize etmekle uğraşmadı; aynı zamanda binalar, makineler ve silahlar geliştirdi. 1485 - 1490 yıllarında doğa, mekanik, geometri, uçan makineler, kiliseden kale ve kanal yapımına kadar her türlü mimari ile ilgilendi; anatomi çalışmaları yaptı; öğrenciler yetiştirdi. İlgi alanı o kadar genişti ki başladığı çoğu işi bitiremiyordu. 1490 - 1495 yıllarında çalışmalarını ve çizimlerini deftere kaydetme alışkanlığı geliştirdi. Bu çizimler ve defter sayfaları, müzeler ve kişisel koleksiyonlarda toplanmıştır. Bu koleksiyonculardan birisi de Leonardo’nun hidrolik alanındaki çalışmalarının el yazmalarını toplayan Bill Gates’dir. 
1499’da Milano şehrinin Fransızlarca alınmasından sonra şehri terk eden ve yeni bir koruyucu aramaya başlayan Leonardo, 16 yıl boyunca İtalya’da seyahat etti. Pek çok kişi için çalıştı, çoğu eserini yarım bıraktı. 
İnsanlık tarihinin en iyi resimlerinden birisi kabul edilen Mona Lisa için 1503’te çalışmaya başladığı söylenir. Bu resmi tamamladıktan sonra hiç yanından ayırmamış, tüm seyahatlerinde yanında taşımıştı. 1504’te babasının ölüm haberi üzerine Floransa’ya döndü. Miras hakkı için kardeşleri ile mücadele verdi ancak çabası sonuçsuz kaldı. Ancak çok sevdiği amcası tüm varlığını ona bıraktı.
1506 yılında Leonardo, bir Lombardiya aristokratının 15 yaşındaki oğlu olan Kont Francesco Melzi'yle tanıştı. Melzi, hayatının geri kalanında onun en iyi öğrencisi ve en yakını oldu. 1490’da 10 yaşında iken korumasına aldığı ve Salai adını verdiği genç de 30 yıl boyunca onunla beraber olmuş, ancak öğrencisi olarak bilinen bu genç hiç bir sanatsal ürün üretmemişti. Leonardo, sevgilisi oldukları da sık sık iddia edilen bu iki dostla İtalya’yı birlikte dolaşmıştı. 
1513 - 1516 arasında Roma’da yaşadı ve Papa için geliştirilen çeşitli projelerde yer aldı. Anatomi ve fizyoloji alanında çalışmaya devam etti ancak Papa, kadavralar üzerinde çalışmasını yasakladı. Leonardo bu dönemde kaçak olarak çalışmalara devam etti ve insan bedeni hakkında geniş bilgiye sahip oldu.
1516’da koruyucusu Giuliano de Medici’nin ölümü üzerine Kral 1. Francis’den Fransa’nın baş ressam, mühendis ve mimarı olmak üzere davet aldı. Paris’in güneybatısında, Amboise yakınlarındaki Kraliyet Sarayı’nın hemen yanında kendisi için hazırlanan konağa yerleşti. Ona büyük hayranlık duyan kral, kendisini sık sık ziyaret gelir ve sohbet ederdi. 
Sağ koluna felç inen Leonardo da Vinci, resimden çok bilimsel çalışmalara ağırlık verdi. Kendisine dostu Melzi yardımcı olmaktaydı. Salai ise Fransa’ya geldikten sonra onu terketmişti. 
Leonardo 2 Mayıs 1519’da Amboise’daki evinde 67 yaşında öldü. Kralın kollarında can verdiği rivayet edilir ancak 1 Mayıs günü kralın bir başka şehirde olduğu ve 1 gün içinde oraya gelemeyeceği bilinmektedir. Vasiyetinde mirasının esas bölümünü Melzi’ye bıraktı. Amboise'daki Saint Florentin Kilisesi’nde toprağa verildi.

18 Nisan 2015 Cumartesi

Leonardo da Vinci Eserleri


Son Yemek ya da daha sık kullanılan ismi ile Son Akşam Yemeği (İngilizce: The Last Supper ) Duke Ludovico Sforza ve onun düşesi Beatrice d’Este isteği üzerine Milano’da Leonardo da Vinci tarafından yapılmış bir fresktir. Mona Lisa dan sonra Leonardo’nun en ünlü eserlerinden biridir.
Yaygın olan Hırıstiyan inanışına göre Hz. İsa Pesah Günü olarak bilinen Romalı askerlerce tutuklanmasından önceki gece havarileri ile son akşam yemeğini paylaşmıştır. Son Akşam Yemeği, rönesans sanatçıları tarafından en sık işlenen dini motiftir. Havari Yuhanna tarafından yazılan Yuhanna İncilinde Hz. İsa kendisi ardından gelecek olan Paraklit’le avunmalarını ister ve yarın yakalacağını söyler. Leonardo’nun eseri  Hz. İsa’ nın son akşam yemeğinde havarilere "içinizden biri bana ihanet edecek" dediği anı anlatır. Leanordo’nun tamamlayabildiği ender resimlerden biridir.
Hz. İsa’nın manevi konumunu betimlemek için sanatsal perspektif kuralları kullanılarak orta çizgilerinin kesişim noktası Hz. İsa’nın sağ gözünden geçirilmiştir. Ayrıca akşam yemeği olmasına rağmen arka fondan ışık hüzmesi alınarak Hz. İsa daha net betimlenmiş ve vurgulanmıştır.
İhanet eden havari Judas daha önce işlenmiş olan tüm son akşam yemeği betimlemelerinin aksine masanın önünde değil, havarilerle birlikte arkasında yer almıştır.
Eserin yapmında en ince ayrıntıya kadar dikkat edilmiş masa örtüsü ve tabaklar ve desenleri rönesans eserlerinde rastlanmayacak kadar detaylı resmedilmiştir. Masa üzerindeki yiyecekler ise enfes natürmort örnekleridir.
İncile göre Son Akşam Yemeği’inde  Hz. İsa ve Havarileri şarap içiyorlar ve ekmek yiyorlardı, şarap içtikleri kase senelerce Kutsal Kase adı ile anılanacak. Ancak resimde kâse ve şaraplı ekmek görülmemesi Hıristiyan dünyasında yıllardır tartışma konusu olmuştur.
Resmin olağan yapısı ise büyük bir anakronizm problemini beraberinde getirir. Hz. İsa’nın ve havarilerinin yaşadığı tarihlerde  masada oturarak yemek yemeleri mümkün değildir. Masa etrafına sandalyeler koyarak belli bir düzenekte yemek yeme çok sonraki zamanlarda yerleşmiş bir gelenektir.
Eser bir çok efsane ile beraber anılır, masa örütüsünün sağ tarafına düğüm atılmış diğer yanına atılmamış olması bile beraberinde bir çok tartışmayı gündeme getirmiştir.
1495–1498,  Boyutlar : 460 cm × 880 cm, Sergi Yeri : Santa Maria delle Grazie, Milan

6 Nisan 2015 Pazartesi

Ortak mı Oldun - Mahzuni Şerif


Kahpe felek bana ortak mı oldun
Dolu sana düştü boş bana düştü
Ömür harmanımı döktüm savurdum
Bin sana düştü beş bana düştü

Bir meclise girdik güldük gülüştük
Ulu bir deryada daldık dalıştık
Vücudumu parça parça bölüştük
Gözüm sana düştü yaş bana düştü

Mahzuni yollarda hay hay eyledik
Büküldü belimiz vay vay eyledik
Mevsimleri böldük pay pay eyledik
Bahar sana düştü kış bana düştü

4 Nisan 2015 Cumartesi

Olmaz Demeyin - Mahzuni Şerif


Bu senede böyle giderse devran
Şu bekleyen hasta ölmez demeyin
Yaman olur gizli atın tekmesi
Umulmadık bela gelmez demeyin

Dostluk fidanını ekip gidenler
Öğütler yağdırıp çekip gidenler
Toprağıma çicek ekip gidenler
Topunu tankını salmaz demeyin

Böyle gelir gider görünmez kaza
Gelin inanmayın bu düzenbaza
Camiyi hediye versen papaza
Hatır için namaz kılmaz demeyin

Birgün zalimlerin keyfi kaçarsa 
Düşeceği belli yüksek uçarsa 
Uyur Mehmet tek gözünü açarsa
Herkes ettiğini bulmaz demeyin

Şu doğulu bu da batılı derken
Bu derde bir çare bulunsun erken
Biri doyup bini ahlar çekerken
Kıyamet davulu çalmaz demeyin

Mahzuni Tanrı'dır ağası canın
Özelliği yoktur ağanın hanın
İster inanmayın ister inanın
Dünyada olmadık olmaz demeyin

30 Mart 2015 Pazartesi

Meydan Sizindir - Mahzuni Şerif


Büyük balık küçük balığı yutar ama büyük insan küçük insanı yutmaz. Balıklar balıkları yutar, insanlar insanı yutmaz.


Soyulmadık bir derimiz kalmıştı
Soyun babo soyun meydan sizindir
Hiç bir canlı kardeşine kıyamaz
Kıyın babo kıyın meydan sizindir
Şimdi sizin ama sonra bizimdir

Dünya bizimdir, evren bizimdir
Dostluk bizimdir, kardeşlik bizimdir

Toprağa karışmış fakirin teri
Ağlamak bilir mi beylerin biri
Size beyefendi bize serseri
Deyin babo deyin meydan sizindir
Meydan sizin ama insan bizimdir

Meydan sizin ama, dostluk bizimdir
Kardeşlik bizimdir, yarınlar bizimdir

Kıyas edilir mi çul ile halı
Kimler yaptı bize böyle bir yolu
Yemekle biter mi milletin malı
Yeyin babo yeyin meydan sizindir
Şimdi sizin ama sonra bizimdir 

Meydan sizin ama, dostluk bizimdir
İnsanlık bizimdir, Mahzuni bizimdir

27 Mart 2015 Cuma

Yolcu Güle Güle - Mahzuni Şerif


Belki gelmezsin bu ile
Yolcu güle güle
Sakın ha düşmeden dile
Yolcu güle güle

Veren alacaktır canı
Toprakta kalırdın hanı
Sakın ha unutma beni
Yolcu güle güle

Usanmadın mı gezmeden
Böyle okuyup yazmadan
Sakın gülleri üzmeden
Yolcu güle güle

Mahzuni'yim yoldan kalma
Arayıp belanı bulma
Sakın ha Hakk'tan ayrılma
Yolcu güle güle

25 Mart 2015 Çarşamba

Vurun Beyler Meydan Sizindir - Mahzuni Şerif


Vurun beyler vurun meydan sizindir
Bizimde olacak zamanı vardır.
Uykudan uyandım görmez gözlerim
Şimdilik başımın dumanı vardır.

Bizim tarlamızın keseği serttir
Ezilmez bükülmez dert oğlu derttir.
Yiğit meydanından dönen namerttir
Yiğidin mazluma amanı vardır.

Hey bre Mahzuni ah bizim beyler
Ah bre yandığım imanım köyler.
Ölen öldü artık el bize neyler
Nice yahşilerin yamanı vardır.

22 Mart 2015 Pazar

Uyuma Fadime - Mahzuni Şerif


Bu kadar dayanmam bu kadar derde 
Uyuma Fadime bize yol düştü 
Zenginin fakiri yediği yerde 
Uyuma Fadime'm bize yol düştü 

Umudum kesildi yalan dünyadan 
Bir vefa görmedim Şam'dan Konya'dan 
Belki dönemeyiz Alamanya'dan 
Uyuma Fadime'm bize yol düştü 

Yollara düşmüşük Ene'l Hakk deyi 
Çünkü sevmedik ki ağayı beyi 
Emanet eyledik altı yavruyu 
Uyuma Fadime'm bize yol düştü 

Dönersen Mahzuni yoluna lanet 
Mahzuni Şerif'den olmaz ihanet 
Parayla satılmaz bizim adalet 
Uyuma Fadime'm bize yol düştü 

Ene'l Hakk: Arapçada "Ben Hakk'ım, Hak'tan gayrı değilim"

21 Mart 2015 Cumartesi

Vah Vah - Mahzuni Şerif



Geçmiyor günlerim ahuzardayım
İnsafınız yok mu erenler
Hayvan mıyım insan mıyım nerdeyim
Bana bakıp beni görenler vah vah

Kimi sarhoş olmuş gezer dolaşır
Kimi arı gibi konar çalışır
Kimi matem eder kimi gülüşür
Eli kolu bağlı duranlar vah vah

Bir zaman bitmiyor gönlümün yası
Neyleyim ki dünya kahpe dünyası
Bir karınca kadar yoktur faydası
Bol keseden bana öğüt verenler vah vah

Garip bülbül vazgelir mi yurdundan
Kimse bilmez aşıkların derdinden
Bir gün ağlarsınız onun ardından
Bizim Mahzuni Şerif'i vuranlar vah vah

16 Mart 2015 Pazartesi

Geçti Başımıza Oturdu Yalan - Mahzuni Şerif

Felek dostuk ile bindi boynuma
Bellerim kırıldı inmiyor şimdi
Değirmende toz karıştı unuma
Yoğurdum pişirdim yenmiyor şimdi

Ömür geldi geçti talan mı talan
Ahınan vah oldu geride kalan
Geçti başımıza oturdu yalan
Doğru söze diller dönmüyor şimdi

Uyardığım devler tümden uyudu
Gözleri kör kara kara suyudu
Tutuştu harmanım ateş büyüdü
Kızılırmak gelse sönmüyor şimdi

Yürü felek yürü nedir bu hallar
Büküldü töreler eridi yollar
Kör aslana ıslık çaldı çakallar
Adına Mahzuni denmiyor şimdi

Selam Saldım - Mahzuni Şerif

Selam saldım rüzgar ile
Yare varmaz vah
Ömür bitti yollar gider
Gönlüm durmaz vah

Dağlar ulu çöller susuz
Gecelerim tüm uykusuz
Ne haldeyim o kaygusuz
Halim sormaz vah

Sümbüldüm sarardım soldum
Yaprağı dökülmüş oldum
Şimdi uzaklarda kaldım
Gözüm görmez vah

Mahzuni'yim soldum bittim
Konduğum dalı incittim
İşte geldim işte gittim
Aklım ermez vah vah

25 Şubat 2015 Çarşamba

Sarhoşum Dünyada Sevdiğim - Mahzuni Şerif


Sarhoşum dünyada sevdiğim
Meyhoş geziyorum yar
Kadehimi doldur da bari caney
Eller bizi duymasın yar
Ağlamış aşıklar yıllarca
Yüzün görememiş dost
Canım bu perdeyi kaldır bari bari
Canım gülüm dostum
Eller bizi duymasın yar

Yüreğim fırgatta oy gurban
İki gözlerim kanda yar
Canım cenderede ey can
Hallerim yamanda dost
Bir kırık tekneyim ey can
Ulu ummanlarda dost
Döndürüp durma gel daldır bari bari
Canım gülüm dostum
Eller bizi duymasın dost

Mahzuni’yim vardım gurban
Birgün Ulu Çarşıya dost
Düşündüm dünyanın yükünü
Kimler çekip taşıya dost
Hasta düşmüş kollarımı kırıp
Şöyle geçip karşıya dost
Bana gülme beni öldür bari bari
Canım gülüm dostum
Eller bizi duymasın dost

14 Şubat 2015 Cumartesi

Üzdük Beyler


Dünyanın en iyi esprisini bile yapsak mal mal bakan kadınlar için en berbat esprimize bile ayıp olmasın diye kahkaha patlatan kadınları üzdük.
Kanal değiştirirken bile maç denk gelmesine tahammülü olmayan kadınlar için gecenin köründe halı saha maçımızı izlemeye gelen kadınları üzdük.
En son okuduğu kitap Cin Ali Tatilde olan kadınlar için elinden Hegel, Sartre, Descartes kitapları düşürmeyen kadınları üzdük.
Elleri takma tırnak yapıştırıcısı kokan kadınlar için elleri mandalina kokan kadınları üzdük.
Konu eski sevgilisine gelince “Allah belasını versin pisliğin, geberir inşallah” diyen kadınlar için konu eski sevgilisine gelince “Boşver ya konuşmayalım, canı sağolsun” diyen kadınları üzdük.
Her sabah uyanır uyanmaz suratına 30 kilo boya süren kadınlar için makyajsız da güzel olan kadınları üzdük.
Aşağıya inip taksiciye para ödesene! diyen kadınlar için paraya sıkıştığımızda varını yoğunu veren kadınları üzdük.
Ayı gibi oldun diye burun kıvıran adonis manyağı kadınlar için “oy ben senin göbüşünü yerim” diye sevip göbeğimizi yastık yapan kadınları üzdük.
Tencere görse bomba diye karakola götürecek kadınlar için Papua Yeni Gine mutfağını bile bilen kadınları üzdük.
Arkamızdan iş çeviren kadınlar için arkamızdan ağlayan kadınları üzdük.
Orasının burasının fotoğrafını gönderen kadınlar için zeytinyağlı yaprak sarması gönderen kadınları üzdük.
Kullandığımız su bardağından tiksinip başka bardak arayan kadınlar için, sidikli donumuzu elinde yıkayan kadınları üzdük.
Tırnağı kırılır diye portakal soymayan kadınlar için, hamsi temizleyen kadınları üzdük.
Gittiği partilerde twerk yapan kadınlar için, halay çekerken elini tuttuğu kişi yabancı olmasın diye imtina eden kadınları üzdük.
”Karamel makiyato içmeden güne başlayamıyoruuuuuum!” diye triplere giren kadınlar için çay içerken serçe parmağını havaya kaldıran kadınları üzdük.
Mekanda şişe açtırmayınca surat yapan kadınlar için, “Ben içmeyeyim de arabamızı kullanayım” diyen kadınları üzdük.
- Whatsapp’ta 7/24 online olup herkese mavi boncuk dağıtan kadınlar için Whatsapp durumunda “Hi there I’m using Whatsapp” yazan kadınları üzdük.
”Bu gecenin hatrına alıver koynuna, sana yapacaklarım var” şarkısını baştan sona bilen kadınlar için “Ben seni sevdiğimi de dünyalara bildirdim” türküsüyle duygulanan kadınları üzdük.
2 kere 2’ye 5 diyen kadınlar için “bugün sevgili oluşumuzun 712.günü” diye hesap kitap yapan kadınları üzdük.
”Gel beni al” diyen kadınlar için “orada buluşalım” diyen kadınları üzdük.
”Gelirken bir şey alayım mı?” diye sorunca bin tane şey isteyen kadınlar için “Sen gel yeter aşkım, evde her şey var” diyen kadınları üzdük.
”Paran yoksa ben de yokum” diyen kadınlar için “sen yoksan ben de yokum” diyen kadınları üzdük.

8 Şubat 2015 Pazar

Darağacı - Mahzuni Şerif


Mevlam gül diyerek iki göz vermiş
Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı
Dura dura bir sel oldum erenler
Bilmem çağlasam mı çağlamasam mı

Milletin sırtından doyan doyana

Bunu gören yürek nasıl dayana
Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana
Bilmem söylesem mi söylemesem mi

Mahzuni Şerif'im dindir acını

Bazen acılardan al ilacını
Pir Sultanlar gibi darağacını
Bilmem boylasam mı boylamasam mı

Kaybedenler Kulübü - Tüm Replikleri

Kaan - İyi geceler sayın dinleyen sizinle yatmışmıydık ?


Mete - Nasılsınız ?

Dinleyici - Standart
Mete - Allah standarttan ayırmasın..


Kaan - Bu gece napıyosunuz ?

Dinleyici - Birazdan çıkıp bara gidecem.
Kaan - Sonra napacaksınız ?
Dinleyici - Eve dönüp yatacam, yarın çalışıyorum.
Kaan & Mete - Hepimiz çalışıyoruz, hepimiz yatacaz! İşte ben bunu anlamıyorum madem hepimiz yatacaz niye ayrı yatıyoruz!!


Dinleyici - ...

Kaan - Bende şöyle bişey oluyor ben bu akşam sizinle yatacağımı biliyorum ya şimdi
Mete - Böyle bi sakinlik oluyor ya
Kaan - Yok Mete bende sakinlik olmuyor, baya taş gibi oluyor bende


Kaan - Evet değerli Kent dinleyenleri, Kaybedenler Kulübü burası. Bu akşamda programı herzaman olduğu gibi Montana çetesine, hayatı ve kadınları öğrendiğimiz hala öğrenmekte olduğumuz Kadıköy sokaklarına ve şehrin bütün kötü çocuklarına adadık. Burda sizinle sabaha kadar olmak isterdik ama takdir edersiniz ki sayın dinleyenler bizimde bi seks hayatımız var. İyi geceler sayın dinleyenler tabi eğer böyle bişey mümkünse..



Kaan - Hiz satmayan kitaplar basıp, hiç dinlenmeyen bir radyo programı yapıyorum.

Mete - Bu çok iyi..


Mete - Eski sevgilimi yatırladım ya

Kaan - Hangisini ?
Mete - Ya işte onu hatırlayamadım..


- Mete - Hiç birisinin sana sahip olduğunu düşündüğün oluyor mu yada birşeyin ?

- Kaan - Evet evet farkettim bunu. Her farkettiğimde de gitmek istedim. Bazı insanlar aile kurmaya önem verirler. Yani buna değer verirler. Bazılarıysa başka bir takım şeylere değer verirler. Bunlara değer verirken niye değer verdiğini düşünmez birey. Toplumun içinde erimiş olan birey. Hem toplum koleje girmeyi bir değer olarak sunduğu için artık o kişiliğini yok sayma halidir. Koleje girmek için yarışır. Üniversiyete girmek için yarışır. İyi bir işe girmek için yarışır. Güzel bir kadınla evlenmek için yarışır. Devamlı bir yarış ve kazanma zorunluluğu var.
- Mete - Aslında kazanmak nedir ki ? En büyük zaferi kazandığında bir Antonyus olduğunu düşün, Paris'e geldiğini ve o Takın altında olduğunu ve bütün insanların senin altında olduğunu düşün ve gücün en üstünde olduğunu. Yalnız kaldığın o anda "ne oldu be, şimdi ne olacak diyorsan" kaybedersin zaten kaybetmişsin. Yani o anda en büyük zaferin içinde kaybetmişsin.
- Kaan - Peki bunun farkında olmak yaşlı bir kızılderilinin dediği gibi "hayatın bize sunamadıklarını mı sunar" yoksa bir radyo dinleyicisinin dediği gibi "sanat ve diğer tüm şeyler gibi seks için midir" yaşlı bir kızılderili ne kadar yanılabilir ?
- Mete - Bazen yanılabilir..
- Kaan - Bazen susar..
- Mete - Bazen konuşmak ister..
- Kaan - Bazen dinlemek ister..
- Mete - Bazen yalnız kalmak ister..
- Kaan - Bazen arkadaş ister..
- Mete - Bazen gitmek ister..
- Kaan - Gider bazen..
- Mete - Bazen gidemez..
- Kaan - Bazen hiç gidememekten korkar.. Bazıları sonsuz neşeye dalar..
- Mete - Bazıları sonsuz geceye..
- Kaan - Bazen ölürsün..
- Mete - Bazen de ölemezsin. Bazen bütün koşullar uygunken bile ölemezsin..
- Kaan - Bazen kendinden uzaklaşmak ister insan..
- Mete - Bazen gidersin, sırf dönebilmek için..
- Kaan - Bazen ağlarsın bayağı..
- Mete - Bazen ağlayamıyorsun bayağı bayağı. Bazen içiyorsun, bazen çok ama çok fazla içmek istiyorsun da, bazen sen zaten içmeye gidiyorsun.. Bazen Acıbadem'den bir taksiye biniyorsun, Kadıköy diyorsun.. Bazen yüzüne bile bakmıyor..
- Kaan - Bazen bir kadın geliyor, oturuyor karşına ve ağlıyor..
- Mete - Kadınlar hep ağlıyor..
- Kaan - Bazen bir kadın sana en çok korktuğum şey bir kadının gözyaşıdır diyor, kendi adına.. Eğer çok sevdiysem diyor eğer çok sevdiysem oysa bilmiyor ki sevmekte bir ana ait..


- Mete - Herşeyin başı su.

- Kaan - Felsefeninde.


- Dinleyici - Alo iyi geceler.

- Kaan - Merhaba sayın dinleyen sizinle yatmışmıydık ?
- Dinleyici - Anlamadım ?
- Kaan - Teknik olarak kadın mısınız ?
- Dinleyici - Evet, biyolojik olarakta tabi.
- Mete - İlk açılışınız ne zaman yapıldı ?
- Dinleyici - Ne açılışı ?
- Kaan - Açılış.. yani ilk pompa, le pompa, ilk ponpino, lö pömpiyö
- Dinleyici - Daha yapılmadı.
- Kaan - O zaman sizinle bir kaç yıl sonra konuşacaz.
- Dinleyici - Neden ?
- Kaan - Çünkü bu akşam 20. yüzyılın en popiler pozisyonlarını oylayacaz.. Aramak isteyenler için Kent Fm Kaybedenler Kulübündeyiz..


- Kaan - Geçenlerde cumaya gittim.

- Mete - Ne zaman ?
- Kaan - Salı, ben hep salıları giderim daha sakin olur..


- Dinleyici - Siz nasıl bir program yaptığınızı düşünüyorsunuz !?

- Kaan - Dostum biz prensip olarak düşünmüyoruz..


- Dinleyici - Ben dün geceyi hatırlamıyorum.

- Mete - Ben 1980 sonrasını hatırlamıyorum.


- Mete - Bana kalırsa hayat yanlış zamanda yanlış yerde olmaktan oluşur.

- Kaan - Naptın hayatta ? 500 milyon dolarlık bir satış mı yaptın yoksa Süveyş Kanalını iki kere geçtin mi ?


- Kaan - En sevdiğiniz pozisyon ne mutfakta ?

- Dinleyici - Hepsi
- Kaan - Efendim ?
- Dinleyici - Hepsi
- Kaan - Farketmez mi hepsi mi ?
- Dinleyici - Heepsi
- Mete - Peki hiç seks yaparken yumurta pişirdiniz mi ?
- Dinleyici - Eveet
- Mete - Ben tahrik oluyorum.
- Kaan - Bende.. Peki size kolay gelsin bundan sonraki hayatınızda iyi orgazmlar diliyorum..


- Mete - Anılar anlatıldığında yitmez mi ?

- Kaan - Anılar anlatılınca acıtır..


- Dinleyici - Neden her konuşmanızın ucu sekse dokunuyor ?

- Mete - Hayatta ucu sekse dokunmayan bişey var mı, varsa da biz bilmiyoruz..


- Dinleyici - Sizin programınıza da size de çok kıl oluyorum aslında

- Kaan - Evet ?
- Dinleyici - Ama yine de aradım.
- Kaan - Bravo


- Dinleyici - Herzaman ki gibi çalmamak üzere bir şarkı isteyebilir miyim ?

- Mete - Tabi


- Mete - Adın neydi senin ?

- ??? - Göt !!!


- Kız - Hayır yani neden bir kadın yetmiyor ?

- Kaan - Mesele yetip yetmeme meselesi değil. Bazı adamlar var bir hatunla 60 yıl falan geçiriyorlar beraber, bazıları da geçiremiyor işte; bu..
- Kız - Ama sürekli bir stok durumunuz var yani 4 tane 5 tane değil ki, neden bu kadar çok olmak zorunda ?
- Kaan - ee oluyor, oluyor da ondan yani derin bir mevzu değil, takma yani..


- Mete - Çok yalnızım yaa

- Kaan - Sen ne diyorsun yaa, ben geçen gün ölüyorum sandım yalnızlıktan..


- Kaan - ve yakıcı, yalnızlık kadar..



- Mete - Yol zamanın bir fonksiyonu değildir. Hız yolun zamana bölünmüş halidir. İvme ve sürtünme kat sayısı bizi ilgilendirmez. Yolda olmak bir hıza sahip olmayı gerektirir. Aksi durum yolda durmaktır. Durmak sıkıcıdır.

- Kaan - Yolda durmak yolda olmak anlamına gelmez. Yolda durmak yolda durmak anlamına gelir. Yolun bittiği yerde durulmaz ya önce durulur ya durulmaz. Bazen yolun kenarından renksiz duru sular akar. O sularda balıkta vardır. Yolun yardığı tepelerin biri yeşil toprak diğeri bej olabilir. Su aktığı yerin rengine bürünmez. Ama sana öyle gelebilir. Ayrıca yol bitmez.
- Mete - Yol labirentin duvarıdır.
- Kaan - evet, yol asla bitmez.


- Mete - İyi geceler sayın dinleyen

- Dinleyici - İyi geceler bayım
- Kaan - Adınız ?
- Dinleyici - Kuşbeyin diyelim
- Mete - Buyrun sayın dinleyen
- Dinleyici - Kendinden ne kadar uzaksan aslında kendine o kadar yakınsın. Yeryüzünde sana en uzak nokta aslında sırtındır. Bazen büyük farklılıklar insanları birbirine daha da yakınlaştırır.
- Kaan - Bir kürenin üzerinde yapılan bütün yolculuklar aslında yalnızca başlangıç noktasına yaklaşmaya yarar.
- Dinleyici - Fakat ben her zaman şunu düşünmüşümdür. Doğru zamanda doğru yerde olmamaklardan oluşur herzaman hayat
- Mete - Bana kalırsa yanlış zamanda yanlış yerlerde olmaktanda oluşur hayat, aşağı yukarı aynı hepsi.


- Mete - Aşık olmak anlık birşey birden herşeyin çok parlak göründüğü birden en pastel renklerin bile ısınmaya başladığı birden tüm yemeklerin çok daha lezzetli olduğu bir an bu. İnsan karar vererek aşık olmaz sadece bi bakar olmuş..



- Kaan - Merhaba sayın dinleyen. Sizinle yatmışmıydık ?

- Dinleyici - Hayır. Ne kadar gereksiz bir soru bu
- Kaan - Peki bana gereksiz olmayan bir soru sorabilir misiniz sayın dinleyen ?
- Dinleyici - Öyle bir soru yokki
- Kaan - Cevabı olmayan herhangi birşeyin sorusu da olmaz zaten sayın dinleyen. Sorular sadece cevap duymak isteğiyle varolurlar. Tek bir soru hariç. Bu soru sizi derin bir suskunluğa yada ölçüsüz bir neşeye boğabilir. Burdan anladığım kadarıyla zaten çekilmez olan varlığınızı çevrenizdekiler için iyice katlanılmaz bir hale sokabilir. Hazırsanız sorayım ?
- Dinleyici - Evet
- Kaan - Ölümün olduğu yerde daha ciddi ne olabilir ?


- Mete - İnanmak istediğim herşeye inandım bugüne kadar sonunda öleceğimi sonunda kanayacağımı bildiğim halde. İstediğim herşeye inandım. Birşeyleri elde etmeye çok yakın hissettiğimde de kaybettim.

- Kaan - Angutsun yani
- Mete - Evet


- Kaan - Başlangıçta yaptığım herşey sana heyecanlı geliyordu

- Zeynep - Kitapların satmıyor radyodan para almayı reddediyorsun fotoğraf arada bir çekiyorsun niye adam gibi bişey yapmıyorsun 19 yaşında falan değilsin ki artık..
- Kaan - Ben buyum kızım hiç saklamadım sana hiç yalan söylemedim hiç değişmedim eğer memnun değilsen yani sana yetemiyorsam siktirip gidersin...


- Mete - Kadınların özelliği ne biliyor musun seni sen yapan özelliklere aşık olup sonra senden o özellikleri almaya kalkıyorlar.

Teşekkürler Dünya - Kazım Koyuncu (1971-2005)

“Bu arada; hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlar ‘a, ateş hırsızlarına, Ernesto Che Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz. Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme koşan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik. Teşekkürler dünya.”

7 Şubat 2015 Cumartesi

Adam - Cemal Süreya

Adam şapkasına rastladı sokakta
Kimbilir kimin şapkası
Adam ne yapıp yapıp hatırladı
Bir kadın hatırladı sonuna kadar beyaz
Bir kadın açtı pencereyi sonuna kadar
Bir  kadın kimbilir kimin karısı
Adam ne yapıp yapıp hatırladı.

Yıldızlar kıyamet gibiydi kaldırımlarda
Çünkü biraz evvel yağmur yağmıştı
Adam bulut gibiydi, hatırladı
Adamın ayaklarının altında
Yıldızların yıldız olduğu vardı
Adam yıldızlara basa basa yürüdü
Çünkü biraz önce yağmur yağmıştı.

Önceleyin - Cemal Süreya

Önceleyin
Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar
Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların
Sonra her şey çıkıp geldi

Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben masanın üstüne kodum kuralları
Her şey işte böyle oldu önce

Önceleyin*
Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda
Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar
Şarabın yanısıra felekte bir Cumartesi
Gözlerin, onun ardından yüzün, dudakların
Sonra herşey çıkıp geldi.

Yeni çizilmiş gözlerinle namuslu, gerçek
Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde
Sen çıkardın utancını duvara astın
Ben aldım masanın üstüne koydum kuralları
Herşey işte böyle oldu önce

San - Cemal Süreya

Kırmızı bir kuştur soluğum
Kumral göklerinde saçlarının
Seni kucağıma alıyorum
Tarifsiz uzuyor bacakların

Kırmızı bir at oluyor soluğum
Yüzümün yanmasından anlıyorum
Yoksuluz gecelerimiz çok kısa
Dörtnala sevişmek lazım.

Sevdan Beni - Ahmed Arif

Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça...
Ve ellerim, kelepçede,
Tütünsüz uykusuz kaldım,
Terketmedi sevdan beni...

İçerde - Ahmed Arif

Haberin var mı taş duvar?
Demir kapı, kör pencere,
Yastığım, ranzam, zincirim,
Uğruna ölümlere gidip geldiğim,
Zulamdaki mahzun resim,
Haberin var mi?
Görüşmecim, yeşil soğan göndermiş,
Karanfil kokuyor cıgaram
Dağlarına bahar gelmiş memleketimin...

Palmiro (isimsiz) - Ahmed Arif

Palmiro, Palmiro şanlı işçi
Sıcak yaralarındaki barut kokusu
Kesik, anaların sütü
Ve kaçmıştır bebelerin uykusu
Korku katedrallerinde yarımadanın
Gün görmüş meydanları Roma'nın
Bizimledir
Mavi mavi eser deniz meltemi
Sicilya'nın güneşli kalçaları
Kartpostal dalgınlığında Napoli bahçeleri bizimle
Bizden yanadır hava
Bizden yanadır su
Bizden yanadır Sinyor de Gasperi'nin
Ve bütün sinyorların korkusu
Ürkmüştür manastır fareleri.

Karanfil Sokağı - Ahmed Arif

Tekmil ufuklar kışladı
Dört yön, onaltı rüzgar
Ve yedi iklim beş kıta
Kar altındadır.

Kavuşmak ilmindeyiz bütün fasıllar
Ray, asfalt, şose, makadam
Benim sarp yolum, patikam
Toros, Anti-toros ve asi Fırat
Tütün, pamuk, buğday ovaları,çeltikler        
Vatanım boylu boyunca
Kar altındadır.

Döğüşenler de var bu havalarda
El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem
Ümit, öfkeli ve mahzun
Ümit, sapına kadar namuslu
Dağlara çekilmiş
Kar altındadır.

Şarkılar bilirim çığ tutmuş
Resimler, heykeller, destanlar
Usta ellerin yapısı
Kolsuz, yarı çıplak Venüs
Trans-nonain sokağı
Garcia Lorca'nın mezarı,
Ve gözbebekleri Pierre Curie'nin
Kar altındadır.

Duvarları katı sabır taşından
Kar altındadır varoşlar,
Hasretim nazlıdır Ankara.
Dumanlı havayı kurt sevsin
Asfalttan yürüsün Aralık,
Sevmem, netameli aydır.
Bir başka ama bilemem
Bir kaçıncı bahara kalmıştır vuslat
Kalbim, bu zulümlü sevda,
Kar altındadır.

Gecekondularda hava bulanık puslu
Altındağ gökleri kümülüslü
Ekmeğe, aşka ve ömre
Küfeleriyle hükmeden
Ciğerleri küçük, elleri büyük
Nefesleri yetmez avuçlarına
-İlkokul çağında hepsi-
Kenar çocukları
Kar altındadır.

Hatıp Çay'ın öte yüzü ılıman
Bulvarlar çakırkeyf Yenişehir'de
Karanfil Sokağında gün açmış
Hikmetinden sual olunmaz değil
"Mucip sebebin" bilirim
Ve "kafi delil" ortada...

Karanfil sokağında bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al - al bir yangın şarkısı,
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ'da, İncesu'dadır

Yalnız Değiliz - Ahmed Arif

Bir ufka vardık ki artık
Yalnız değiliz sevgilim.
Gerçi gece uzun,
Gece karanlık,
Ama bütün korkulardan uzak.
Bir sevdadır böylesine yaşamak,
Tek başına
Ölüme bir soluk kala,
Tek başına
Zindanda yatarken bile,
Asla yalnız kalmamak.

Şafakları ben balığa çıkarım
Akan akmayan sularda
Benim, bütün tezgahlarda paydosa giden      
Bir bahar akşamı dünyada.

Ben dört duvar arasında değilim
Pirinçte, pamukta ve tütündeyim,
Karacadağ, Çukurova ve Cibalide.

Zehirli kör yılanları
Ve sıtmasıyla
Gün yirmidört saat insan avında
Karacadağ'da çeltikler.
Bir kız çocuğunun gözyaşı gibi
-  Ayak bileğinde bir dizi boncuk,
Sol omzunda nazarlık,
Dağ başında unutulmuş, üşümüş,
Minicik bir aşiretin kızının,
Damla - damla, berrak olur pirinci.
Kamyonlarla, katır kervanlarıyla
Beyler sofrasına gider...

Çukurovam,
Kundağımız, kefen bezimiz.
Kanı esmer, yüzü ak.
Sıcağında sabır taşları çatlar,
Çatlamaz ırgadın yüreği.
Dilerse buluttan ak,
Köpükten yumuşak verir pamuğu.
Külhan, kavgacıdır delikanlısı,
Ünlü mahpusanelerinde Anadolumun
En çok Çukurovalılar mahpustur,
Dostuna yarasını gösterir gibi,
Bir salkım söğüde su verir gibi,
Öyle içten
Öyle derin,
Türkü söylemek, küfretmek,
Çukurova yiğidine mahsustur...

Tütünü bilir misin?
"Kız saçı" demiş zeybekler,
Su içmez her damardan,
Yerini kolay beğenmez,
Üşür
Naz eder,
Darılır,
İki parmak arasında kıyılmış,
Bir parçası var kalbimin
İncecik, ak kağıtlara sarılır,
Dar vakit yanar da verir kendini,
Dostun susan dudağına...

Sokaklardan,
Kıyılardan,
Gök mavisinden,
Ekmeğinden,
Canevinden ayrı düşmeye
Yani bütün hasretlerin kahrına
Ve zehrine çaresiz kalmaların,
İlk nefesi Hızır gibi yetişir
Cibalide sarılan cıgaranın...

Tütün isçileri yoksul,
Tütün işçileri yorgun,
Ama yiğit,
Pırıl - pırıl namuslu.
Namı gitmiş deryaların ardına
Vatanımın bir umudu...

Merhaba - Ahmed Arif

Gün açar,
Karın verir yağmurlu toprak.
İncesu Deresi, merhaba.
Saçakta serçeler daha çılgındır,
Bulutlarda kartal,
Daha çalımlı.
Koparır göğsünden bir düğme daha,
Tezkere bekliyen biri.
İncesu Deresi, merhaba.

Genç bayraklar vardır,
Barış düşünür,
Kuyularda işçi, mavilikleri.
Ben hepsini düşünürüm,
Yirmidört saat
Ve seni düşünürüm,
Karanlık, hırslı...
Seni, cihanların aziz meyvası.
İlan-ı aşk makamından bir mısra,
Yeşerip, kımıldar içimde,
Düşer aklıma gözlerin...

Oysa murad alamam.
Oysa akdan - karadan
Bilirim, payım bu kadar...
Unutmuş gülmeyi gözbebeklerim.
Unutmuş dudaklarım öpmeyi.
İncesu Deresi, merhaba...

Hani Kurşun Sıksan Geçmez Geceden - Ahmed Arif

Yiğit harmanları, yığınaklar,
Kurulmuş çetin dağlarında vatanların.
Dize getirilmiş haydutlar,
Hayınlar, amana gelmiş,
Yetim hakkı sorulmuş,
Hesap görülmüş.
Demdir bu...

Demdir,
Derya dibinde yangınlar,
Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs...
Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
Çelik kadavrası korugan'ların.
Ölünmüş, canım, ölünmüş
Murad alınmış...

Gelgelelim,
Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat,
Otuziki dişimizle gülmeğe,
Doyasıya sevişmeğe,yemeğe...
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asıl biz biliriz kederi.

İçim, bir suskunsa tekin mi ola?
O Malta bıçağı, kınsız, uyanık,
Ve genç bir mısradır
Filinta endam...
Neden, neden alnındaki yıkkınlık,
Bakışlarındaki öldüren buğu?
Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
Nasıl da almış aklımı,
Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,
Dost, düşman söz eder kendi kavlince,
Kınanmak, yiğit başına.
Bu, ne ayıp, ne de yasak,
Öylece bir gerçek, kendi halinde,
Belki, yaşamama sebep...

Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
Ve zehir - zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...

Akşam Erken İner Mahpushaneye - Ahmed Arif

Akşam erken iner mahpushaneye.
Ejderha olsan kar etmez.
Ne kavgada ustalığın,
Ne de çatal yürek civan oluşun.
Kar etmez, inceden içine dolan,
Alıp götüren hasrete.

Akşam erken iner mahpushaneye.
İner, yedi kol demiri,
Yedi kapıya.
Birden, ağlamaklı olur bahçe.
Karşıda, duvar dibinde,
Üç dal gece sefası,
Üç kök hercai menekşe...

Aynı korkunç sevdadadır
Gökte bulut, dalda kaysı.
Başlar  koymağa hapislik.
Karanlık can sıkıntısı...
"Kürdün Gelini"ni söyler maltada biri,
Bense volta'dayım ranza dibinde
Ve hep olmayacak şeyler kurarım,
Gülünç, acemi, çocuksu...

Vurulsam kaybolsam derim,
Çırılçıplak, bir kavgada,
Erkekçe olsun isterim,
Dostluk da, düşmanlık da.
Hiçbiri olmaz halbuki,
Geçer süngüler namluya.
Başlar gece devriyesi jandarmaların...

Hırsla çakarım kibriti,
İlk nefeste yarılanır cıgaram,
Bir duman alırım, dolu,
Bir duman, kendimi öldüresiye,
Biliyorum, "sen de mi?" diyeceksin,
Ama akşam erken  iniyor mahpushaneye.
Ve dışarda delikanlı bir bahar,
Seviyorum seni,
Çıldırasıya...

Suskun - Ahmed Arif

Sus, kimseler duymasın.
Duymasın ölürüm ha.
Aydım yarı gecede
Yeşil bir yağmur sonra...
Yağıyor yeşil.

En uzak, o adsız ve kimselersiz,
O yitik yıldızda duyuyor musun?
Bir Stradivarius inler kendi kendine,
Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor ve sonra benim...
Ölümsüz, güzel ve çetin.
Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
Canımı, tüylerimi sarmada şimdi
Kendi rüzgarıyla vurgun...
Sarıyor yeşil.

Rüya, bütün çektigimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram...
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su...
Ağıyor yeşil.

Yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
Susmuş bütün namlular...
Susmuş dağ,
Susmuş deniz.
Dünya mışıl - mışıl,
Uykular derin,
Yılan su getirir yavru serçeye,
Kısır kadin, maviş bir kız doğurmuş,
Memeleri bereketli ve serin...
Sağıyor yeşil.

Aydım yarı gecede,
Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,    
Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
Ama hançer taşı sanki
Koca Kartaca!
Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
Bak nasıl alıyor, yigit,
Binlerce yıl da sonra
Alıyor yesil.

Vurur dağın doruğundan
Atmacamın çalkara,
Yalın gölgesi.
Kuş vurmaz, tavşan almaz,
Ama aç, azgın
Köpek balıklarıydı parçaladığı
Bak, Tiber saygılı, suskun.
Bak nilüfer dizisi zinciri.
Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
Ve ilk gerillası Spartakus'un.
Susuyor yeşil.

Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?

Ruhum...
Mısra çekiyorum, haberin olsun.
Çarşılarin en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o ölüm namussuzu...
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği...
Ağlıyor yeşil.

Ay Karanlık - Ahmed Arif

Maviye
Maviye çalar  gözlerin,
Yangın mavisine
Rüzgarda asi,
Körsem,
Senden gayrısına yoksam,
Bozuksam,
Can benim, düş benim,
Ellere nesi?
Hadi gel,
Ay karanlık...

İtten aç,
Yılandan çıplak,
Vurgun ve bela
Gelip durmuşsam kapına
Var mı ki doymazlığım?
İlle de ille
Sevmelerim,
Sevmelerim gibisi?
Oturmuş yazıcılar
Fermanım yazar
N'olur gel,
Ay karanlık...

Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim  gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık...

Vay Kurban - Ahmed Arif

Dağlarının, dağlarının ardı,
Nazlıdır.
Uçurum kıyısında incecik bir yol
Gider dolana - dolana,
Bir hastan vardır, umutsuz,
Belki Ayşe, belki Elif
Endamı kuytuda başak,
Memesinin, memesinin altında,
Bir sancı,
Bir hayın bıçak...

Ölüm bu,
Fıkara ölümü
Geldim, geliyorum demez.
Ya bir kuşluk vakti, ya akşam üstü,
Ya da seher, mahmurlukta,
Bakarsın, olmuş olacak.
Bir hastan vardı umutsuz,
Hasreti uykularda,
Hasreti soğuk sularda.
Gayrı, iki korku çiçeğidir gözleri,
İki mavi, kocaman korku çiçeği,
Açar, derin kuyularda...

Dağlarının, dağlarının ardı korkunçtur.
Hiç akıl edip de düşünen var mı?
Gün kimin hesabına tutar akşamı,
Rahmetinden kim demlenir bulutun,
Hayırlı evlat makina
Nasıl canavar kesilir.
Kurdun, karıncanın rızkını veren
Toprak nasıl ayartılır,
Yüz vermez topal öküze,
Ve almaz koynuna kara sabanı.

Sepetçioğlu'm bir kömür işçisidir,
Mavzer değil, kürek tutar Urfalı Nazif
Mal, haraç - mezattır,
Can, pazar - pazar.
Kırmızı, ak ve esmer,
Yumuşak ve sert buğdaları
Yaratan ellerin sahibidir bu,
Kör boğaz, nafaka uğruna,
Haldan düşmüş, tebdil gezer...

Dağlarının, dağlarının ardı,
Nasıl anlatsam...
Ağaçsız, kuşsuz, gölgesiz.
Çırılçıplak,
Vay kurban...
"Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda."
Yiğitlik, sen cehennem olsan da bile
Fedayı kabul etmektir,
Cennet yapabilmek için seni,
Yoksul ve namuslu halka.
Bu'dur ol hikayet,
Ol kara sevda.

Seni sevmek,
Felsefedir, kusursuz.
İmandır, korkunç sabırlı.
İp'in, kurşun'un rağmına,
Yürür, pervasız ve güzel.
Sıradağları devirir,
Akan suları çevirir,
Alır yetimin hakkını,
Buyurur, kitabınca...

Gün ola, devran döne, umut yetişe,
Dağlarının, dağlarının ardında,
Değil öyle yoksulluklar, hasretler,
Bir tek başak tanesi bile dargın kalmayacaktır,
Bir tek zeytin dalı bile yalnız...
Sıkıysa yağmasın yağmur,
Sıkıysa uyanmasın dağ.
Bu yürek, ne güne vurur...
Kaçar damarlarından karanlık,
Kaçar, bir daha dönemez,
Sunar koynunda yatandan,
Hem de mutlulukla sunar
Beynimizin ışığında yeraltı.

Her mevsim daha genç, daha verimli,
Sunar, pırıl - pırıl, sebil,
Ömrünün en güzel aşk hasadını,
Elimizin hünerinde yeryüzü.
Dolu sofra, gülen anne, gülen çocuklar,
Bir'e on, bir'e yüz'le akşama gebe
Şafakla doğan işgücü.
Yalanım yok, sözüm erkek sözüdür,
Ol kitapta böylece yazılıdır,
Ol sevda, böyledir çünkü...

Unutamadığım - Ahmed Arif

Açardın,
Yalnızlığımda
Mavi ve yeşil,
Açardın.
Tavşan kanı, kınalı - berrak.
Yenerdim acıları, kahpelikleri...
 
Gitmek,
Gözlerinde gitmek sürgüne.
Yatmak,
Gözlerinde yatmak zindanı.
Gözlerin hani?

"To be or not to be" değil.
"Cogito ergo sum" hiç değil...
Asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı,
Durdurulmaz çığı
Sonsuz akımı.

İçmek,
Gözlerinde içmek ayışığını.
Varmak,
Gözlerinde varmak can tılsımına.
Gözlerin hani?

Canımın gizlisinde bir can idin ki
Kan değil, sevdamız akardı geceye,
Sıktıkça cellad,
Kemendi...

Duymak,
Gözlerinde duymak üç - ağaçları
Susmak,
Gözlerinde susmak,
Ustura gibi...
Gözlerin hani?

Kara - Ahmed Arif

Çarpmış,
Paramparça etmiş,
Kara sütü, kara sevdayla seni...
Ve kara memelerinde dişlerin asi,
Karadır, upuzun yattığın gece,
Felek, ah ettirir, boynun kıl - ince...        
Cihanlar, çocuklar, kuşlar içinde
Sızlar bir yerlerin
Adsız ve kayıp
Sızlar, usul - usul, dargın,
Ve kan tadında bir konca,
Damıtır kendini mısralarınca...

De be aslan karam,
De yiğit karam,
Hangi kalemin yazısı,
Zorlu yazısı,
Belanda?

Anadan doğma nişan mı,
Sütlü barut damgası mı,
Bir gece parçası mı kaburgandaki?
Kız kakülü, ne hal eylermiş teni,
Ellerin, deli hoyrat,
Ellerin, susuz, yangın.
Ellerin ooooy alarga...

De be aslan karam,
De yiğit karam,
Hangi güzelin diş yeri,
Mavi diş yeri,
Sevdanda?

Vurmuş,
Demirlerin çapraz gölgesi,
Alnın galip ve serin.
Künyen çizileli kaç yıldız uçtu,
Kaç ayva sarardı, kaç kız sevişti,
Gelmemiş, kimselerin...

De be aslan karam,
De yiğit karam,
Hangi zehirin meltemi,
Saran meltemi,
Hülyanda?

Hakikatli dostun muydu,
Can koyduğun ustan mıydı,
Bir uyumaz hasmın mıydı,
"Ooooof" de bunlar olsun muydu?

De be aslan karam,
De yiğit karam,
Hangi kahpenin hançeri,
Saklı hançeri,
Yaranda?

Bu Zindan, Bu Kırgın, Bu Can Pazarı - Ahmed Arif

Gördüler
Yedi cihan,
İn, cin, Kaf dağının ardındakiler,
Kıtlık da kıran da olsa
Gördüler analar neler doğurur
Aman aman hey...

Dünyalar vardır elvan,
Bir su damlasında, bir kıl ucunda,
Meyvalar vardır, meyvalar,
Ağacı, omcası yok,
Sana vurgun, sana dost.
Beride Kabil'in murdar baltası
Ve kan değirmenleri,
Kader kahpesi.
Beride borazancıları o puşt ölümün,
Hazır ırzını vermeğe
Yiğitler vuruldukça.
Timsah kısmı çünkü yavrusunu yer
Akarsu duruldukça.
Cadı, yalan hamurunu dağ - dağ yoğurur
Aman aman hey...

Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı,
Macera değil.
Yaşamak, sade "yaşamak"
Yosun, solucan harcıdır.
Öyle açar ki murat.
Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da
Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna,
Daha bir burcu - burcudur.

Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı
Macera değil
Sardığım toprağımın altın sabrıdır.
O sert, erkek hüznüdür lahza başında
Cıgara değil.
Ve sevgilim uykusunda bağırır
Aman aman hey...

Meltemin bir tadı, ustura ağzı
Biri, kız memesi, tılsım,
Yağmurun bir damlası süzülmüş küfür,
Bir damlası, aşk.
Senin uykuların hayın,
Düşlerin kardeş.
Duyar mısın, anlayıp sızlar mısın ki?
Gece, samanyollarında rüzgar çıkıncayadek,      
Mısralarım kardeş - kardeş çağırır
Aman Aman hey...

Serabın bir sonu vardır,
Ufkun, sıradağın sonu.
Uçarın, kaçarın bir sonu vardır
Senin sonun yok.
Mandaların, kavakların pazarı olur,
Senin pazarın olamaz.
Sensiz nar çatlamaz, bebek gııı demez.
Beni böyle şair, divane etmez,
Kızımın çatal göğsü.
Senin yüzün suyu hürmetinedir
Buğdalara, cevizlere yürüyen
Kara toprağın ak südü...

Bir bilsen kimlere tasa, kedersin,
Anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki?
Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar
Ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar.
Akşam - akşam, kara sevdam ağırır
Aman, aman hey...

Uy Havar - Ahmed Arif

Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku çığları,
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!  
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vakti leylim - leylim
Cellat nişangahlar aynasındasın
Oy sevmişem ben seni...

Üsküdardan bu yan lo kimin yurdu!
He canım...
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat Suyu kan akar
Ve ben şairim.

Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgar
Mısra dökeyim.
Oy sevmişem ben seni...

Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut, dağlarla.

Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamanı
Yarının çocukları, gülleri için
Herbirinin ayvatüyü, çilleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.

Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan - ter içinde, asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni...

Anadolu - Ahmed Arif

Beşikler vermişim Nuh'a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun?

Utanırım,
Utanırım fıkaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher - sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah, ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun?

Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlunu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa'da kurşun atanı,
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun?

Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile.
Dayan rüsva etme beni.

Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun?

Leylim Leylim - Ahmed Arif

Leylim - leylim dünyamızın yarısı
Al - yeşil bahar,
Yarısı kar olanda
Gene kavim - kardaş, can - cana düşman,
Gene yediboğum akrep,
Sarı engerek,
Alnımızın aklığında puşt işi zulüm
Ve canım yarı geceler
Çift kanat kapılarına karşı darağaçları,
Mahpusanede çeşme
Yandan akar olanda,
Gelmiş yoklamış ecel
Kaburgam arasından.
Yoklasın hele...

Çağıdır, can dayanmaz.
Çağıdır, en çatal, en ası,
Cehennem koncası memelerinin.
Çağıdır, kırk gün - kırk gece
Kolların boynuma kement,
Ha canım kötüye inat...
Vah ki ne desem,
Kurşunları namlulara sürülü,
İ'kelleri kan,
Baskıncılar uykumuzu yıkar olanda,
Alır yüreğim:

Yankın yasak, aynalara.
İnemem bahçende talan,
Tam, boş yanı bu, derim namussuzun,
Tam, bıçağım cehennem gibi güzelken,
Aklıma düşüyorsun
Ellerim arık...

Bilmiş
Bütün zula'lar,
Eğri hançer, kara mavzer, kan pusu.
Ve insan düşüncesinin o en orospu,
O en ayıp, frengili yemişi,
Çıldırtılmış uranyum
Bilmiş,
Bilsinler!..
Sana nasıl yandığımı
Uuuuy gelin...

İşte kan tutmuş korsanlar,
Haramla beslenmiş azgın,
Düzmece peygamberler
Ve cüceleri
Ve iğdiş ve aptal kölelerine karşı,
İşte bir kez daha
Bu can bendeyken,
Delin, divanenim işte
Uuuuy gelin...

Bu yasaklar,
Firavun kalıntısı.
Yoksun,
Akdan - karadan.
Gizline, canevine kurulu faklar.
Gün ola, umut kesip korkunç yetinden,
Murdar tutkusuna dünyasızlığın,
Gün ola, düşesin bekler.
Düşme!..
Ölürüm...
Gözlerinden, gözlerinden olurum.

Leylim - leylim
Ayvalar, nar olanda
Sen bana yar olanda
Belalı başımıza
Dünyalar dar olanda.

Hasretinden Prangalar Eskittim - Ahmed Arif

Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.
Seni, anlatabilmek seni,
Namussuza, halden bilmez,
Kahpe yalana.

Ard - arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül - gürül akan bir dünya...          
Bir ben uyumadım,
Kaç leylim bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana,
Bir bu yana...

Seni, bağırabilsem seni,
Dipsiz kuyulara,
Akan yıldıza,
Bir kibrit çöpüne varana,
Okyanusun en ıssız dalgasına
Düşmüş bir kibrit çöpüne.

Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,
Yitirmiş öpücükleri,
Payı yok, apansız inen akşamlardan,
Bir kadeh, bir cıgara, dalıp gidene,
Seni, anlatabilsem seni...
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini...

Diyarbekir Kalesinden Notlar ve Adiloş Bebenin Ninnisi - Ahmed Arif

1.
Varamaz elim
Ayvasına, narına can dayanamazken,
Kırar boynumu yürürüm.
Kurdun, kuşun bileceği hal değil,
Sormayın hiç
Laaaaal...
Kara ferman çıkadursun yollara,
Yarin bahçesi tarumar,
Kan eder perçem
Olancası bir tutam can,
Kadasına, belasına sunduğum,
Ben öleydim loooy...
Elim boş,
Ayağım pusu.
Bir ben bileceğim oysa
Ne afat sevdim.
Bir de ağzı var dili yok
Diyarbekir Kalesi...

2.
Açar,
Kan kırmızı yediverenler
Ve kar yağar bir yandan,
Savrulur Karacadağ,
Savrulur zozan...
Bak, bıyığım buz tuttu,
Üşüyorum da
Zemheri de uzadıkça uzadı,
Seni, baharmışın gibi düşünüyorum,
Seni, Diyarbekir gibi,
Nelere, nelere baskın gelmez ki
Seni düşünmenin tadı...

3.
Hamravat suyu dondu,
Diclede dört parmak buz,
Biz kuyudan işliyoruz kaba - kacağa,            
Çayı kardan demliyoruz.
Anam sır gibi saklar siyatiğini,
"Yel" der, "Baharın geçer".
Bacım, ikicanlı, ağır,
Güzel kızdır, bilirsin.
İlki bu, bir yandan saklı utanır
Ve bir yandan korkar
Ölürüm deyi.
Bir can daha çoğalacağız bu kış.
Bebeğim, neremde saklayım seni?
Hoş gelir,
Safa gelir,
Ahmed Arif'in yeğeni...
 
4.
Doğdun,
Üç gün aç tuttuk
Üç gün meme vermedik sana
Adiloş Bebem,
Hasta düşmeyesin diye,
Töremiz böyle diye,
Saldır şimdi memeye,
Saldır da büyü...
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü...
Bu, namustur
Künyemize kazılmış,
Bu da sabır,
Ağulardan süzülmüş.
Sarıl bunlara
Sarıl da büyü...

Otuzüç Kurşun - Ahmed Arif

1.
Bu dağ Mengene dağıdır
Tanyeri atanda Van'da
Bu dağ Nemrut yavrusudur
Tanyeri atanda Nemruda karşı
Bir yanın çığ tutar, Kafkas ufkudur
Bir yanın seccade Acem mülküdür
Doruklarda buzulların salkımı
Firari guvercinler su başlarında
Ve karaca sürüsü,
Keklik takımı...
Yiğitlik inkar gelinmez
Tek'e - tek döğüşte yenilmediler
Bin yıllardan bu yan, bura uşağı
Gel haberi nerden verek
Turna sürüsü değil bu
Gökte yıldız burcu değil
Otuzüç kurşunlu yürek
Otuzuç kan pınarı
Akmaz,
Göl olmuş bu dağda...

2.
Yokuşun dibinden bir tavşan kalktı
Sırtı alaçakır
Karnı sütbeyaz
Garip, ikicanlı, bir dağ tavşanı
Yüreği ağzında öyle zavallı
Tövbeye getirir insanı
Tenhaydı, tenhaydı vakitler
Kusursuz, çırılçıplak bir şafaktı
Baktı otuzüçten biri
Karnında açlığın ağır boşluğu
Saç, sakal bir karış
Yakasında bit,
Baktı kolları vurulu,
Cehennem yürekli bir yiğit,
Bir garip tavşana,
Bir gerilere.
Düştü nazlı filintası aklına,
Yastığı altında küsmüş,
Düştü, Harran ovasından getirdiği tay
Perçemi mavi boncuklu,
Alnında akıtma
Üç topuğu ak,
Eşkini hovarda, kıvrak,
Doru, seglavi kısrağı.
Nasıl uçmuşlardı Hozat önünde!
Şimdi, böyle çaresiz ve bağlı,
Böyle arkasında bir soğuk namlu
Bulunmayaydı,
Sığınabilirdi yüceltilere...
Bu dağlar, kardeş dağlar, kadrini bilir,
Evvel Allah bu eller utandırmaz adamı,
Yanan cıgaranın külünü,
Güneşlerde çatal kıvılcımlanan
Engereğin dilini,
İlk atımda uçuran
Usta elleri...
Bu gözler, bir kere bile faka basmadı
Çığ bekleyen boğazların kıyametini
Karlı, yumuşacık hıyanetini
Uçurumların,
Önceden bilen gözleri...
Çaresiz
Vurulacaktı,
Buyruk kesindi,
Gayrı gözlerini kör sürüngenler
Yüreğini leş kuşları yesindi...

3.
Vurulmuşum
Dağların kuytuluk bir boğazında
Vakitlerden bir sabah namazında
Yatarım
Kanlı, upuzun...
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

4.
Ölüm buyruğunu uyguladılar,
Mavi dağ dumanını
ve uyur - uyanık seher yelini
Kanlara buladılar.
Sonra oracıkta tüfek çattılar
Koynumuzu usul - usul yoklayıp
Aradılar,
Didik - didik ettiler
Kirmanşah dokuması al kuşağımı
Tespihimi, tabakamı alıp gittiler
Hepsi de armağandı Acemelinden...
Kirveyiz, kardeşiz, kanla bağlıyız
Karşıyaka köyleri, obalarıyla
Kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
Komşuyuz yaka yakaya
Birbirine karışır tavuklarımız
Bilmezlikten değil,
Fıkaralıktan
Pasaporta ısınmamış içimiz
Budur katlimize sebep suçumuz,
Gayrı eşkiyaya çıkar adımız
Kaçakçıya
Soyguncuya
Hayına...
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...

5.
Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene,
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda
Bıyıkları yeni terlemiş daha
Benim küçük dayım Nazif
Yakışıklı,
Hafif
İyi süvari
Vurun kardaş demiş
Namus günüdür
Ve şaha kaldırmış atını.
Kirvem hallarımı aynı böyle yaz
Rivayet sanılır belki
Gül memeler değil
Domdom kurşunu
Paramparça ağzımdaki...